Hikaye Edici Anlatım Biçimi Nedir? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Açısından Bir İnceleme
Giriş: Hikayelerin Gücü ve Toplumdaki Yansımaları
İstanbul’da yaşıyorum ve her gün farklı yüzlerle, farklı hayatlarla karşılaşıyorum. İster sokakta yürürken, ister toplu taşımada, isterse de iş yerinde; gördüğüm her sahne bir başka hikaye anlatıyor. Kimisi umut dolu, kimisi hüsranla dolu, kimisi ise sıradan bir yaşamın parçası. İnsanlar, anlatmak istedikleri hikayelerle hayatlarına anlam katarken, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet gibi kavramlar bu hikayelere şekil veriyor. Hikaye edici anlatım biçimi, sadece bir edebi teknik değil; aynı zamanda bu dünyada sesini duyurmak isteyen, hakkını arayan ve varlığını anlamlı kılmaya çalışan herkesin kullandığı güçlü bir araç.
Hikaye edici anlatım biçimi, çok daha derin bir meselenin öyküsüdür aslında. Toplumsal yapılar, kimlikler, cinsiyetler, ırklar ve sınıflar arasında nasıl bir etkileşim olduğunu bu anlatımlar üzerinden anlayabiliriz. Ve bu, sadece büyük bir kurgu dünyasında değil, günlük hayatta da gözlemlerle ortaya çıkan bir gerçekliktir.
Toplumsal Cinsiyet ve Hikayeler: Kadınların, Erkeklerin ve Diğerlerinin Anlatılma Biçimleri
Toplumsal cinsiyet, hikayelere dokunan en belirleyici unsurlardan biridir. İstanbul’un caddelerinde, her gün kadınları ve erkekleri farklı şekilde anlatan hikayelere rastlıyorum. Mesela, bir kadın sabah işe giderken, “Kadınlar neden bu kadar üzgün?” diye düşünmemi sağlayan bir bakışla karşılaşıyor. Aynı kadın akşam eve dönerken, evin önündeki sokakta uğradığı tacizi başka bir hikaye olarak içselleştiriyor. Bu hikaye edici anlatım biçimi, kadının hem dışarıda hem de evde nasıl bir “roller” üstlendiğini ve toplumun ona nasıl bir kimlik yüklediğini gösteriyor.
Erkeklerin hikayesi genellikle farklı bir anlatımla şekillenir. Sokakta gördüğüm bir sahne, belki de çoğumuzun gözden kaçırdığı bir detay: Bir grup genç, metroda birbirlerine sesleniyorlar ve şakalaşmalarının arkasında, çoğunlukla güç, egemenlik ve özgüven üzerine kurulu bir dil var. Bu hikayeler, kadınların yaşadığı bir takım zorlukların aksine, özgürlük ve egemenlik gibi daha baskın bir dil üzerinden gelişiyor. Bir erkek için sokakta sesini yükseltmek, özgüvenin ve toplumda kabul edilmenin bir yolu olarak görülüyor. Hikaye edici anlatım biçimi, erkeklerin toplumdaki yerini de pekiştiriyor.
Ama bu hikayelerde, toplumun geride bıraktığı, görmediği gruplar da var: LGBTQ+ bireyleri, engelliler, göçmenler. Şehirde, iş yerinde, metrolarda, otobüslerde karşılaştığımız her birey, kendi kimliğini ve toplumun ona biçtiği rolü anlatan hikayeleri yaşıyor. Bir göçmenin şehre adaptasyon süreci, çoğu zaman toplumda kabul görmeye çalışan bir serüvenin öyküsüdür. Onun hikayesi genellikle “yabancı” olma üzerinden şekillenir. Hikaye edici anlatım biçimi, bu insanların sesini duyurabileceği nadir bir alan olabilir, ancak çoğu zaman dışlanırlar.
Çeşitlilik ve Sosyal Adalet: Hikayelerin Toplumsal Etkisi
Hikaye edici anlatım biçimi, çeşitliliği ve sosyal adaleti tartışmanın en güçlü yollarından biridir. İstanbul’da her kesimden insanın bir arada yaşadığı bu şehirde, farklı etnik kökenler, inançlar ve yaşam tarzları bir arada var. Peki, bu çeşitlilik, şehirdeki herkesin hikayelerinde nasıl bir yer buluyor?
Bir sabah otobüse binerken, arkamdaki genç kadın telefonunda bir video izliyor. Videoda, çocukların hakları, şiddet mağduru kadınların seslerinin duyulması, LGBTİ+ bireylerin eşit haklara sahip olması gibi sosyal adalet temalı mesajlar var. Genç kadın, bu video ile toplumda duyduğu eksiklikleri anlatıyor. Bazen bir videonun bile ne kadar güçlü bir hikaye anlatıcısı olduğunu fark ediyorum. Onun sesini duymak, belki de sosyal adaletin bir anlamda yayılmasına vesile oluyor. Bu hikaye edici anlatım biçimi, sadece bir kadın olarak değil, aynı zamanda bir birey olarak toplumda daha adil bir yer arayışının simgesidir.
İçinde yaşadığımız toplumda, herkesin aynı fırsatlara sahip olmadığı, bazılarının diğerlerinden daha fazla sesinin çıktığı, bazılarının da sürekli arka planda kaldığı bir gerçektir. Sosyal adaletin sağlanması için, bu arka planda kalanların hikayelerinin duyulması gerekir. Hikaye edici anlatım biçimi, zayıf seslerin duyulması için etkili bir araç olabilir. Ancak bu, her zaman kolay değil. Bazen, en çok duyulması gereken sesler, en çok bastırılanlardır.
Sonuç: Hikayelerle Güçlenmek ve Dönüşmek
Hikaye edici anlatım biçimi, sadece bir edebi teknik değil, toplumdaki her bireyin kendini ifade etme biçimidir. İster toplumsal cinsiyet, ister çeşitlilik, isterse sosyal adalet söz konusu olsun; her birey, yaşadığı hikayeyi anlatma hakkına sahip olmalı. İstanbul’daki her bir sokak, her bir mahalle, her bir otobüs durağı, bu hikayelerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. İnsanlar, kendilerini anlatabilmek için bazen bir cümle, bazen bir bakış, bazen de bir video ile seslerini duyuruyorlar. Bu hikayeler, toplumun her kesiminden insanın daha adil bir dünya kurma çabasıdır.
Toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet gibi meselelerde doğru bir anlatım biçimi, toplumu dönüştürebilir. Hikaye edici anlatım biçiminin gücünü, yalnızca birer kelime değil, o kelimelerin taşıdığı anlamlarda bulabiliriz. Sosyal adaletin sağlanması için bu anlatımları duymak, görmek ve onları daha geniş bir kitleye yaymak hepimizin sorumluluğudur.