Psikolojide Güven Ne Demek? Tarihin İzinde Bir Duygunun Anatomisi
Bir tarihçi olarak geçmişe her baktığımda, yalnızca savaşların, devrimlerin ya da ideolojilerin değil, insanların birbirine olan güven duygusunun da tarih yazdığını fark ederim. Güven, bireylerin ve toplumların sessiz mimarıdır; görünmezdir ama onsuz hiçbir uygarlık ayakta kalamaz. Bu yazıda, psikolojide güvenin anlamını tarihsel süreçler, toplumsal dönüşümler ve insan doğasının kırılma noktaları üzerinden inceleyeceğiz.
Güvenin Kökeni: İlkel Toplumlarda Hayatta Kalmanın Anahtarı
İlk insan topluluklarını düşünelim: avcı-toplayıcı dönemlerde birey, tek başına doğaya karşı koyamazdı. Hayatta kalmak, karşılıklı güvene bağlıydı. Bir kabile üyesinin avı paylaşacağına inanmak, diğerinin tehlike anında yanında olacağını bilmek, hem fiziksel hem de duygusal bir gereklilikti. Bu dönemlerde güven, hayatta kalma içgüdüsünün uzantısı olarak şekillendi.
Psikolojik açıdan bu dönem, insan beyninin “bağ kurma” kapasitesinin evrimsel temelini oluşturdu. Modern psikoloji, bu durumu bağlanma kuramı (attachment theory) ile açıklar. John Bowlby ve Mary Ainsworth gibi araştırmacılar, insanın doğuştan güven arayışında olduğunu; annenin güven veren varlığının bireyin tüm yaşamına yön verdiğini vurgular.
Antik Çağlardan Ortaçağa: Güvenin Kurumsallaşması
Antik Yunan ve Roma dönemlerinde güven, bireysel bir duygu olmaktan çıkıp toplumsal bir sözleşmeye dönüştü. “Pistis” (Yunan) ve “Fides” (Roma) kelimeleri, hem inanç hem de güven anlamına gelir. Bu dönemlerde hukuk, ticaret ve siyaset; güvenin üzerine inşa edilmiştir. Aristoteles’in dostluk anlayışı da bu bağlamda önemlidir: dostluk, karşılıklı güven olmadan mümkün değildir.
Ortaçağ’da ise güven, Tanrı merkezli bir kavrama evrildi. Toplumun güven duygusu artık bireyler arasında değil, ilahi otoriteye dayanıyordu. Bu, bireysel özerklikten çok inanca bağlı bir güven biçimiydi. Psikolojik açıdan bakıldığında, dışsal otoritelere duyulan bu güven, bireyin içsel benlik güvenini gölgede bırakıyordu.
Modern Çağ: Güvenin Krizi
Sanayi Devrimi ve Aydınlanma Çağı ile birlikte, insan aklı ve bireysellik ön plana çıktı. Artık Tanrı’ya değil, akla ve bilime güven duyuluyordu. Ancak bu dönüşüm, yeni bir kırılmayı da beraberinde getirdi: bireyler arası güvenin çözülmesi. Şehirleşme, anonim ilişkiler, kapitalist üretim biçimleri; insanın tanımadığı insanlara bağımlı hale gelmesini sağladı.
Bu dönemde psikoloji bilimi, güveni bilinçdışı süreçlerle ilişkilendirmeye başladı. Sigmund Freud’a göre güven, erken çocuklukta anneyle kurulan ilişkiyle şekillenir. Erik Erikson ise bunu sekiz evreli psikososyal gelişim modelinin ilk aşaması olarak tanımlar: “Temel güvene karşı güvensizlik.” Bu evrede bebek, dünyanın güvenilir bir yer olup olmadığını öğrenir. Eğer güven duygusu gelişmezse, birey yaşam boyu kaygı ve korku ile baş eder.
20. ve 21. Yüzyıl: Dijital Çağda Güvenin Yeniden Tanımı
Teknolojinin yükselişi, küreselleşme ve dijitalleşme, güvenin sınırlarını yeniden çizdi. Artık güven, yüz yüze ilişkilerden çok, veri güvenliği, dijital kimlik ve algoritmik güven kavramlarıyla tanımlanıyor. Sosyal medya çağında insanlar bir yandan daha görünür, diğer yandan daha savunmasız hale geliyor. Bu durum, “görünürlük paradoksu” olarak adlandırılıyor: ne kadar çok paylaşırsa, o kadar az güvende hissediyor.
Psikolojik açıdan bu dönemde güven, “sanal bağlar” üzerinden şekillenen yeni bir duygu haline geldi. İnsanlar artık “beğeniler” ve “yorumlar” aracılığıyla güven inşa ediyor. Ancak bu güven biçimi, kırılgan ve yüzeysel. Modern insan, dijital bağlantılar içinde yalnızlaşıyor; güven duygusu, sanal onay döngüsüne sıkışıyor.
Güvenin Geleceği: Yeniden İnşa Edilen İlişkiler
Bugün, güvenin yeniden tanımlandığı bir çağda yaşıyoruz. Pandemiler, ekonomik krizler, yapay zekâ gibi gelişmeler, bireyin hem kendine hem de topluma duyduğu güveni sarsıyor. Ancak bu aynı zamanda bir fırsat da sunuyor: insanlık, güveni yeniden öğreniyor. Artık güven, sadece başkalarına değil; kendi iç sesine, sezgilerine ve insanlığın ortak değerlerine duyulan inançla yeniden şekilleniyor.
Sonuçta psikolojide güven, yalnızca bir duygu değil; bir varoluş biçimidir. İnsan, ancak güvendiği ölçüde gelişir, üretir ve sevebilir. Tarih boyunca medeniyetleri ayakta tutan da, yıkan da bu görünmez bağ olmuştur. Çünkü güven, insan olmanın en eski, en derin ve en kırılgan duygusudur.